14 Ekim 2016 Cuma

Favori Yabancı Dizilerim

Herkese merhabaa :) 
Milyonlarca yıl aradan sonra yeni bir yazıyla karşınızdayım. Umarım yeni diziler keşfetmenize yardımcı olan bir yazı olur :) 

ÜST NOT: Her hangi bir sıraya göre yerleştirmedim. Aklıma geldikçe ekledim. En favorimden başlasaydım bu THE WALKİNG DEAD olurdu :') 

1 - THE NİGHT OF 



"The Night Of" New York'ta yaşanan, karmaşık bir hikayeye sahip hayali bir cinayet davasının derinlemesine araştırıldığı sekiz bölümden oluşacak bir mini dizidir. Bir kızı öldürmekle suçlanan Nasir Khan (Riz Ahmed) isimli Pakistanlı bir vatandaşın soruşturma ve dava süreci işlenecektir.

IMDB PUANI: 8.8 

8 bölüm ilk başta çok az gibi gözükse de sanki 10 bölümden fazla izlemişim gibi işlenmişti konu. Ben gerçekten çok sevmiştim. Özellikle karakter gelişimleri muazzamdı. Konu akıcıydı, karakterlerin her biri çok akılda kalıcıydı. Herkese tavsiye ediyorum. 



2.  BLACK MİRROR 


Modern toplumun ve bu toplum içindeki bireyin sorunlarını, yeni teknolojilerin getirdiklerini ve mevcut dünya düzenindeki siyaset, medya, sanat ilişkilerini yer yer hiciv ile yer yer de bilim kurgu ögelerine başvurarak yorumlamaktadır. Dizinin yapımcısı Charlie brooker dizi hakkında "her bölüm farklı oyuncu kadrosu, farklı mekan ve hatta farklı gerçeklik algısına sahip; fakat hepsi hem günümüzdeki yaşam tarzımız hem de hoyrat isek 10 dakika içerisinde yaşayabileceğimiz şeyler 
hakkında" demiştir.

IMDB PUANI: 8.8


Black Mirror şuan hale izlediğim bir dizi. Her sezon sanırım 3 bölümden oluşuyor ve her bölüm farklı oyuncular farklı konular hatta faklı yönetmenler ile çekiliyor. Tek ortak noktası teknolojinin insanları ne hallere düşürdüğü veya düşüreceği. Ben şuan ilk sezonunu seyrettim her bölümü inanılmazdı ama özellikle 1. ve 3. bölümüne bayıldım. Çok etkilenmiştim. Kelimelere bile dökemiyorum izlerken ne hissettiğimi. İzleyip görün diyebiliyorum sadece :) 



3- YOU ARE THE WORST


Dizi, ilişki konularında kötü olan Jimmy ve Gretchen’in ilişkilerini konu alıyor. Bir düğün ile diziye başlanıyor ve ikilimiz de bu düğünde tanışıyorlar. Düğün kimin derseniz, Jimmy’nin eski sevgilisi Becca’nın. Jimmy düğünde çıkardığı olay yüzünden damat ve kankaları tarafından kapının önüne atılıyor.  Jimmy dışarıda dikilirken, düğün için getirilen mutfak robotu sanarak çaldığı hediye paketi elinde bir şekilde Gretchen çıka geliyor ve sonrasında hem kendilerine hem de birbirlerine zararlı bu çiftin aralarında gelişen olayları izliyoruz.

IMDB PUANI: 8.2 

You're the worst dizisine de birkaç gün önce başladım ve tam manasıyla bayıldım! Dizinin her bölümü 20-30 dakika arası oluyor genelde ve gerçekten ilk bölümden itibaren karakterlere öldüm. Özellikle Jimmy'e ^.^ Sadece dizi biraz cinsellik içeriyor. Bunu bilerek başlarsanız daha iyi olur. 



Bunlar dışında daha çok bilinen ve hale devam eden favorilerim; 
THE WALKİNG DEAD ( sanırım en favorim twd ) , SHAMELESS,  GAME OF THRONES VE NARCOS 

Fotoğrafları ve IMDB puanları, 

TWD: 


IMDB PUANI: 8.6

SHAMELESS, 


IMDB PUANI: 8.7 

GAME OF THRONES, 

 

IMDB PUANI: 9.5 

NARCOS, 


IMDB PUANI: 8.9 











16 Ağustos 2016 Salı

Acemi Çizgi Roman Klavuzu



Bu soruyu kısa süre önce sürekli kendime soruyordum ve yeni yeni çizgi romanlara alışan biri olarak benim gibi bu alanda yeni olanlara birkaç tavsiye vermek istedim. 
Öncelikle belirtmeliyim ki bu alanda gerçekten çok yeniyim ve yıllardır çizgi roman okuyanlar  veya bu alana yıllardır gönül verenler yanında benim bu yazıdaki amacım benim gibi bu alanda yeni olanlara bir ''yeninin'' gözünden yardımcı olabilmek. Hiçbir iddiam yok yani :)

Öncelikle kendinize sormanız gereken soru şu; '' İlgimi süper kahramanlar mı çekiyor yoksa süper kahramanlar dışındaki çizgi romanlar mı?'' Cevabınız birinden veya her ikisinden yana olabilir. 

Bu sorunun benim için cevabı önceleri '' Süper kahraman taşımayan çizgi romanlar '' olsa da şu sıralar mutant arkadaşlarımız oldukça ilgimi çekiyor. Peki sizin cevabınız? 

Daha sonra kafanızda şu soru belirebilir ''Süper kahraman çizgi romanları ve süper kahraman olmaya çizgi romanları arasındaki fark ne? Arasında nasıl seçim yapabilirim?''

Süper kahramanlardan kastımız Marvel evrenindeki gibi; '' Spiderman, İron Man, Captain America, X-men vb'' karakterler veya DC evrenindeki gibi; '' Superman, Harley Quinn, Batman vb'' karakterler olabilir. Ben Marvel evreniyle başlamış olsam da siz ikisine aynı anda veya birini seçerek sadece birine başlayabilirsiniz. 
Sorunun cevabına gelirsekte süper kahraman okumaya başlamak her zaman daha zorlayıcıdır. Çünkü onlarca cilt birikmiştir onlarca karakter vardır ve onlarca yan ciltler çıkmıştır. Siz hangisinden başlayacağınıza karar veremezken bir bakarsınız hevesinizde kaçar. Oysa farklı hikayelere sahip diğer çizgi romanlara adapte olmak daha kolaydır, hevesinizi kaçırmaz üstelik sizi cesaretlendirir. Kim bilir? O kadar seversiniz ki bir bakmışsınız hiçbir şey sizi engelleyemeden Marvel çizgi romanlarına başlamışsınızdır...

'' Süper kahraman okumak istiyorum ama nereden başlayacağımı bilemiyorum? ''

İnanın ben de hala bilemiyorum ama internetten araştırmalar sayesinde bir ucundan tutup bir cilde başlamaya çalışıyorum veya geçen Kadıköy'de yaptığım gibi 5 tl ye bir cildin dokuzuncusunu bulsam da sırf ucuz diye alıp okuyabiliyorum. Çizgi romanlar, kitaplar gibi değil. Öncelikle bunun ayırdına varmanız gerekiyor. 20 serilik bir kitabın dokuzuncusunu alıp okuyamazsınız. Hiçbir şey anlamazsınız ama çizgi romanlar öyle değil. En başında geçen ciltte ne olduğunu anlatan zaten küçük bir not oluyor ve size sadece elinizdeki cilde bir miktar konsantrasyonunuzu vermeniz kalıyor. 

İşte size  süper kahramanlar topluluğu Avengers ' ın okuma listesi : 


Ve karakterler hakkında kısa kısa bilgiler okurken size yardımcı olacaktır:


'' Ben süper kahraman okumak istemiyorum başka hangi çizgi romandan başlayabilirim?''

Dediğim gibi ben de sizler gibi bu alanda çok yeni olduğum için yeni başlayan biri ne okursa sever kendimden bakarak cevaplayacağım bu soruyu. 

Öncelikle The Walking Dead'i seviyorsanız yani böyle kanlı iğrenç şeylere merakınız varsa Marmara Çizgi'den çıkan Yürüyen Ölüler serisine başlayabilirsiniz. Yalnız şunu belirtmek isterimki çizimler siyah beyaz (bundan ben pek hoşlanmıyorum) ben okuduğum diğer çizgi romanlara göre çevirisinden midir anlamadığım bir şekilde hikayenin içine tam giremiyorum. Yine de yeni başlayan biri bu tarz hikayelerden hoşlanıyorsa sevecektir. Tabii asla dizinin yerini tutamaz! :)

İkinci önerim yine Marmara Çizgiden çıkan; Chew ciltleri. İlk cildini geçen gün bitirdim ve gerçekten kolay okunan ve çizimleri -bence- diğer okuduklarıma göre daha güzel olan bir çizgi roman.

Üçüncü ve son önerim her ne kadar felsefesini tam anlayamamış olsamda çizimler ve renkleri ile beni kalbimden vuran ve Çizgili Düşlerden çıkan; Güngezgini. 

Bunlar çizgi roman okumaya başlamak için bence ideal kitaplar. 

Peki tekrar süper kahramanlara dönelim;

''Bir cilde bağımlı kalmadan okuyabileceğimiz bir süper kahraman çizgi romanı yok mu?''
Bu soruya şu aralar bizzat okuyarak denediğim Marmara Çizginin renkler serisini örnek vermek istiyorum.  Ben Spider-man maviyi okudum genel ufak bir iki bilgi dışında bir bilgim olmamasına rağmen çok beğendim. Spiderman dışında Hulk/Gri ve Daredevil/Sarı ciltleri de mevcut. Bakmanızı tavsiye ederim!


Şimdilik benim aklıma gelen kendi kendime sorduğum sorular bunlar. Sizin başka sorularınız varsa yorum bırakabilirsiniz. Umarım biraz da olsa yardımcı olabilmişimdir. Ben kendimi bu alanda ilerlettikçe yazıların güncellemesini yapacağım.

Özge. 



31 Mayıs 2016 Salı

Hikaye/Son2



Rüzgarın esintisi ve bununla beraber gelen ürperti beni şimdiki zamana döndürmüştü. Biranda çok üşüdüğümü hatırlıyorum tekrar saate baktığımda saatin 5 olduğunu gördüm. Karnım acıkmaya başlamıştı ve sen hala gelmemiştin. Teknenin minik mutfağına gidip buzdolabında olan malzemelerle kendime bir sandviç yapmıştım onu iştahla yediğimi hatırlıyorum ve kabullenmeye  daha da çok yaklaştığımı. Tabii o an bunu bilmiyordum, şimdi biliyorum. Sandviçimi yerken birandan da seni düşünüyordum. Mavi gözlerini, açık kahve saçlarını, gülünce kalbimi ağzıma getiren gülüşünü… Hava giderek serinledikçe de o geceye gidiyordu aklım. Hani tanıştığımız o serin sonbahar gecesine. Ben yine bizimkilere sinirlenip öğlenden sahile atmıştım kendimi, yürümüştüm de yürümüştüm. Artık akşam saat 7 ye doğru canım çıkmış bir vaziyette atmıştım kendimi çimlerin üzerine. Yağmur yağmadan önce bir rüzgar çıkar ya, evet işte! Aynen öyle bir rüzgar vardı ama umursamamıştım bile. Yağmuru seviyordum; yağmuru sevmek ıslanmayı göze almaktı, göze alıyordum. Ben öyle çimenlerde sere serpe otururken sen arkadaşlarınla önümden geçiyordun. Önce gülüşünü duymuştum, insanın içine coşku katan, umut veren o gülüşünü. Neşenle sahili inletiyordun senin hakkında  ‘’ Ne yaşam enerjisi ama! ‘’ diye düşündüğümü hatırlıyorum. Sonra – hala neden olduğunu bilmiyoruz ikimiz de – biranda benim olduğum tarafa bakmıştın. Heyecandan ağzım iki metre açılmıştı ne yapacağımı bilememiştim. Hemen toparlandım gitmek için, sende o süre boyunca gözlerini ayırmıyordun benden. Koşar adım uzaklaşırken arkamdan seslendin ‘’ Hey! Şaşkın kız! ‘’ 
Gidecektim. İnan bana dönmeyecektim. Düşünebiliyor musun? Sensiz olacaktım bunca zaman. Seni hiç tanımadan geçecek bir ömür şimdi ne kadarda vasat gözüküyor. Ne kadar da zavallı bir ömür olurdu… 
İşte bizim öykümüzde böyle başladı. Sen geldin ve kendini bana armağan ettin. Günden güne çözdün, umut verdin, sevdin, sardın ve sarmaladın. Bize bir dünya kurdun, ne beni çıkarttın ne kimseyi içeriye aldın. Dışarıdan kaçtıkça sana sığındım, ağladıkça ve güldükçe. Üzgünken;  en yakın arkadaşımla kavga ettiğimde, en yakın arkadaşımla mükemmel bir tatile çıktığımda, işten ayrıldığımda, yeni bir iş bulduğumda veya bazen sadece canım istediği için hep sana geldim. Hep sana kaçtım. Hep sana doğruydu rotam. O yola çıktığım zamanda yolun sonunda hep seni bulacağımı biliyordum. 
Şimdiye kadar. 
Hastalığını öğrendiğimiz zamana kadar. 
Ölene kadar. 
Gözyaşlarımın sarsıntısıyla tekneye geri dönmüştüm. Saat akşam 9 du. 
Gelmeyecektin. 
Gelemeyecektin. 
Bundan 3 ay önce beni arayıp yine bu tekneye çağırmıştın. Koşa koşa gelmiştim biraz da şaşırmıştım doğrusu o gün sabah konuştuğumuzda bugün için işlerin olduğunu söylemiştin. Heyecanla tekneye bindiğimde şuan benim oturduğum yerde oturuyordun. Hemen bir terslik olduğunu anlamıştım. Üzerinde beyaz bir gömlek vardı saçların hafif uzamıştı nefis görünüyordun ama aynı zamanda da mutsuz. Mutsuzluk değil de daha çok çaresiz. Yüzün huzursuzca denize dönüktü beni görmemiştin hemen gelip boynuna sarılmıştım. Sen de bana sıkıca sarılmıştın ve ‘’ Seninle bir şey konuşmam lazım. ‘’ demiştin. Meraklanmıştım; ‘’ Ne konuşacağız? ‘’ demiştim. 
Şimdi keşke hiç sormasaydım diyorum. Bilmesem sanki her şey geri gelecekmiş gibi. Bilmesem sanki canımı geri vereceklermiş gibi. Soluğumu, kalp atışımı… 
Sen gitmeden 4 gün önce hastaneden eve banyo yapmak için döndüğüm zaman beni aramıştın. 
‘’ Hemen de özlermiş beni ‘’ diyerek açmıştım telefonu. 
Hemen konuşmamıştın biraz bekledin soluklandın, sonra: ‘’ Teknede mutfak rafının en üstünde senin için bir mektup var. ‘’ demiştin. 
Adını söyledim. Gözümden yaşlar süzülürken ve kendimi kaybederken o gece öleceğini biliyordum. Öylede oldu. 
Ben hastaneye yetişemeden, o telefon konuşmasından tam 17 dakika sonra ölmüşsün. Kalbin durmuş. 
Keşke bugün bu teknede gerçekten beni bekliyor olsaydın sevgilim. Bu gün özel bir gün. Bu gün senin mektubunu okumayı kendimde gücü bulduğum gün. Mektup şuan ellerimde. 

‘’ Son’um 
Sana bu isimle seslendiğimde ki tepkin hala gözümün önünde. ‘’ Neden Son?’’ demiştin gözlerini aça aça. Ben de sana: ‘’Dünyada yaşayan 6 milyar insanın bir başka insana hissedebileceği bağlılıktan daha fazlasını hissediyorum sana karşı. Bu his son. Bundan daha büyük bir şeyi bundan  önce doğmuş ve bundan sonra doğacak hiçbir insan hissedemeyecek. Sen Son’sun.’’ Yüzüme öyle bir pırıltıyla bakmıştın ki hemen fotoğraf makinasını getirip fotoğrafını çekmiştim. 

Sana üzülme demeyeceğim. Üzül. Üzülmelisin ama ölme. Bunun seni öldürmesine izin verme. Ben beden olarak bu dünyadan ayrılsam da seninle aramızda olan şeyler bu dünyadan çok daha büyük. Bunu biliyorsun. Son 5 senede her gün satır satır yazdım seni içime. Gülüşünü, ağlamalarını, bağırışlarına, sevişmelerimizi, kavgalarımızı ama 1 saatten fazla küs kalamadığımız anlarımızı. Hepsini, hepsinin işledim içime. Seninle ilgili hiçbir anıyı unutmadım. Unutmam mümkün mü? Seni unutabilir miyim? Ölüm bunu sağlayabilir mi? 
Aslında ne oluyor biliyor musun? 
Ben gidiyorum, gittiğim için sana hissettiğim tüm o güzel hisleri sana bırakıyorum. O yüzden bu kadar acıtıyor sevgilim, o yüzden bu kadar zor. İki kişilik hissediyorsun şuan, iki kişilik bir aşkı tek bir bedene sığdırmaya çalışıyorsun. Bunun tek çaresi zaman. Zamanla ikimizin duyguları bütünleşecek, ağır gelmeyecek, acıtmayacak. Sızlayacak sadece. O sızıda benden sana kalan en güzel hatıra olacak. 
Ağlama, sil gözyaşlarını. 
Dayan. 
Hani sana bahsetmiştim o gün sahilde, galaksilerden ve sana duyduğum bağlılıktan. Şimdi bu bağlılığı sana bırakıp o galaksilerden birine gidiyorum. Bir yerlerde olacağım. Yok olmayacağım. Toprak olacağım, su olacağım, meyve olacağım ve tohum olacağım. Burada veya başka bir galakside ama olacağım. 

Sen benim içimde, ben senin içinde. 

Hoşça kal.’’

29 Mayıs 2016 Pazar

Hikaye/Son1


O güne dair hatırladıklarım arasında havanın sıcak çok sıcak olması ilk sıralardaydı. Öyle ki evden adımımı attığım an güneşin yakıcılığı esir almıştı beni. ‘’Bu gün özel bir gün’’ diye düşünmüştüm. Öyle de olmuştu. Özel olmasının nedeni sendin elbet. Özel olmasının sebebi bizdik. 
Evden çıktıktan sonra bir taksiye atladım. Arka koltuğa oturdum o anda burnuma sigara kokusu geldi. Tiksindim. Evet tiksindiğimi hatırlıyorum. Başımı hafifçe kaldırıp taksiciye baktım. O da bana sorar gözlerle bakıyordu. ‘’ Sarıyer’e ‘’ dedim. Yola koyulmuşken camımı araladım kokudan kurtulmak için. İyide geldi, koku hafifledi. Tam 20 dakika sonra Sarıyer’deydik. Teknelerin orada indim. 35 lira tuttu. 40 lira verip üstünün kalmasını söyledim. Bu denli sigara kokan birinin derdi olduğunu düşündüm. Sigara dertle orantılı artıyordu bence. Her neyse tekneye doğru yürüdüm seni aradı gözlerim. Gözlerim zaten hep seni arıyor bunu biliyorsun. Biliyor musun? Doğarken bile bu gözlerle ölene kadar sana bakacağımı düşündüğümü biliyorum. Evet bana şuan deli gözüyle bakıyorsun ama doğrusu bu. Bu gözlerin sana bakmaktan başka hiçbir gayesi yok bu dünyada hatta daha ileri götürüyorum eğer bir gün olmazsan bu gözleri ellerimle sökerim. Neyse. Dediğim gibi seni aradım ama göremedim, tekneye bindim. Tekne hafif hafif sallanıyordu. Sen gelene kadar kendime çeki düzen vermek istedim aynaya baktım. Koyu kahverengi saçlarımı düz bir şekilde aşağıya sallandırmıştım. Belime ancak geliyordu. Üzerimde beyaz uçuş uçuş bir elbise vardı. Boyu ancak dizlerime geliyordu. Ucunda ufak bir iz vardı sanırım takside oturduğum yer kirliydi. Moralimi bozmadım. Çünkü biliyorum ki biz vücutlardan daha fazlayız bir vücudumuz olması aşkımızın buna bağlı olduğunu göstermez. Biz ruhlarımızla bağlıyız. Üzerimde ne olduğu bu güne kadar hiç önemli olmadı bunu biliyorum. Sen üzerimdekilere değil daha derinlere bakıyorsun çünkü. İşte sonra çok makyajsız bir yüz ve aynı kahvelikte bir çift göz. Bana çiçek bahçesi gibi koktuğumu söylerken  ben de sana yorgunluğun üstüne içilen kallavi kahve gibi koktuğunu söylerdim. Hep gülerdin bu sözüme. ‘’ Ne demek o? Şimdi ben kahve gibi mi kokuyorum? ’’ der Bende sana ‘’ Evet hem de köpüklüsünden ‘’ derdim gülümsemen daha da artar kahkahaya dönüşürdü. Ve biliyor musun? Gülümsemen bulaşıcıydı. Beni en kızdırdığın zamanlarda bile öyle gülerdin ki sana katılmamak için yanağımı ısırırdım. Saate baktım öğleden sonra 2 olmuştu. Teknedeki buzdolabına gittim hazır portakal sularından birini alıp bej koltuğa oturdum ayaklarımı da uzattım anlamıştım geç kalacaktın. Hep geç kalırdın ama seni bıkmadan usanmadan bekleyeceğimi bildiğin için sorun etmezdin hep de gönlümü alırdın zaten. Hatırlıyor musun? Bir keresinde okuma gününe gidecektik. Kafeteryanın önünde tam 2 saat bekletmiştin beni bir de o gün de bu gün kadar sıcaktı hatta belki daha sıcak yine bir elbise vardı üzerimde fakat daha uzundu sen en sonunda geldiğinde bana ‘’ Elbisen beni beklerken mi uzadı? ‘’ diyerek benimle bir de dalga geçmiştin. Sonra bir gün deniz kıyısına gitmiştik kumsala uzanmıştık bu sefer mevsimlerden bahardı yanılmıyorsam Nisan ayıydı. Kumsalda kimsecikler yoktu. Hava bir kapayıp bir açıyordu. Güneş bulutların arkasına girince kaç saniyede sonra çıkacak diye aynı anda iddiaya giriyorduk. Ben ‘’ 10 ‘’ diye bağırırken sen ‘’ 6 ‘’ demiştin ve 6 saniye sonra yani tam da dediğin saniyede çıkınca beni kumlara yatırıp uzun uzun öpmüştün. O zaman kazandığına üzülemiyordum. Yine o gün kumsalda uzanırken ve senin elin benim boynumun altındayken yavaş yavaş güneş batıyordu sonra bir anda bana baktın mavi gözlerin derinleşti ‘’ Ne kadar büyük bir galakside yaşıyoruz. O galakside ne kadar büyük bir galaksinin içinde yaşıyor ve o galakside ne kadar büyük milyonlarca galaksinin içinde yaşıyor. Biz, insanoğlu bu kadar anlamsız bu kadar küçükken sana duyduğum bağlılık nasıl bu kadar büyük olabiliyor?’’ diye sordun bana. Bir an nefesimi tuttum sonra elini. Kocaman elin benim minicik avucuma sığmadı, diğer elimi de getirdim ikisiyle ancak sığdı elin elime. Gözlerinin içine bakarak sıktım kuvvetlice. Sen de bana iyice sokuldun. Öyle yerlerde öyle şeyler söylerdin ki kendimi o dediğin galaksilerin tepesinde sanırdım. Öyle mutluluk. Tekrar saatime baktım 1 saat daha geçmişti ayaklandım teknenin köşesine gittim rüzgar biraz daha hızlanmıştı, denize baktım. Deniz bana hep sonsuzlukla gelen bir huzursuzluk hissi verirdi bunu bir kere sana söylediğimde bana kızmıştın ‘’ Huzursuzluk kelimesine uygun başka bir yer bulamadın mı? Deniz huzursuzluk mu verirmiş?’’ demiştin. Yine bu teknedeydik. Omzumu silkmiştim ‘’ Bana veriyor işte. ‘’ demiştim. Bana bir bakış atıp kitabına geri dönmüştün. Benim bu melankolik halim seni hep çok kızdırırdı zaten. Nerde hüzünlü bir şarkı duysam nerde biraz tartışsak hemen umutsuzluk çökerdi içime. Bir keresinde bir filme gitmiştik sonu çok hüzünlüydü akşam eve döndüğümüzde bile ağlıyordum artık kızıp ‘’ Seni bir daha dram filmlerine götürmeyeceğim ‘’ demiştin. ‘’ Beni de üzüyorsun. ‘’ 
Seni üzmek? Hayatımda tanıdığım en neşeli en hayat dolu insandan bu sözleri duyunca kendimi toparlamaya çalışırdım. 5 yılda seni üzgün, çaresiz veya kötü bir halde gördüğüm günleri parmakla sayabilirim. Hep kıskanırdım bu yönünü. Hatırlıyor musun? Bir gün otobanda Fethiye’ye giderken önümüzdeki aracın minik bir köpeğe çarptığını görmüştük ben çığlık çığlığa bağırmaya başlamıştım ‘’ Ay öldü öldü!’’ diyerek feryat etmiştim. Sen hemen sağa çekmiştin arabayı. Ben o şokla ve panikle arabadan bile inememiştim ağlama kriziyle boğuşuyordum. Sonra dikiz aynasında gözüme çarptı minik yaralı köpeği hemen bir hırkaya sarıp arabaya getirmiştin hemen şehre inip bir veterinere götürmüştük. Minik köpek  bakıma alınmıştı da veteriner ‘’ İyileşecek ‘’ diyince senin boynuna nasıl atlamıştım. İşte senle beni anlatan en güzel olay bu oldu. Sen her zaman telaşsız ve soğukkanlı olandın bense aceleci ve hemen umutsuzluğa kapılan.

Devam edicek...

16 Mayıs 2016 Pazartesi

Kitap Yorumu - Külkedisi Uyurken


"Bilinçaltının derinliklerine inen güçlü bir roman."
-Daily Mail-

İsveç'te yağmurlu bir yaz gününde küçük bir kız kalabalık bir trenden kaçırılır. Yüzlerce olası görgü tanığına rağmen kızın kaçırıldığı anı gören olmamıştır. Küçük kızın bir önceki istasyonda unutulan annesi hemen tren personeline ulaşarak onları uyarır. Ancak tren Stockholm İstasyonu'na vardığında kız hiçbir yerde yoktur.

Stockholm Polis Teşkilatı müfettişlerinden Dedektif Alex Recht, olayın anne ve baba arasındaki sıradan bir velayet kavgası olduğunu düşünür. Ama delillerin hiçbiri bu fikri destekler nitelikte değildir. Genç soruşturma analisti Fredrika Bergman'a göre olay amirinin düşündüğünden çok daha karmaşıktır.

Kayıp çocuk kaçırıldığı yerden uzakta, İsveç'in kuzey kentlerinden birinde ölü bulunduğunda ise polisin ezberindeki tüm kurallar altüst olacaktır. Soruşturma sırasında açığa çıkan tüyler ürpertici sırlar Alex Recht ve ekibini çok farklı yerlere götürür.

Alex ve Fredrika, artık korkunç bir planla hareket eden hasta ruhlu bir katilin peşinde olduklarını anlamışlardır. Onu bulmaları ise ancak farklılıklarını bir kenara bırakarak birlikte çalışmalarına bağlıdır. Zamanları kısıtlıdır. Katil başka masum çocukları da acımasız planına kurban etmeden önce onu durdurmak zorundadırlar.

Külkedisi Uyurken, kaçırmamanız gereken heyecan dolu bir polisiye. İpuçlarının peşine takılacak ve bu kitabı elinizden bırakamayacaksınız.

"Baştan sona gerilimle ve sürprizlerle dolu bir roman. Okurken kendinizi hikâyenin içinde hissedeceksiniz." 
-Revista de Povestiri-

"Heyecan dolu bir gerilim. Kendinizi devamlı yön değiştiren bir cinayet soruşturmasının içinde bulacak, yazarın gerçekçi anlatımı sayesinde dedektiflerle birlikte katilin peşine düşeceksiniz." 
-Neue Presse-

"Kristina Ohlsson, ülkesinde polisiye türünün parlayan yıldızlarından biri. Yakında ünü diğer ülkeleri de kasıp kavuracak." 
-Hörzu-
(Tanıtım Bülteninden)





Sayfa Sayısı: 448

Baskı Yılı: 2016


Dili: Türkçe
Yayınevi: Pegasus

Herkese merhaba! 
Uzun bir süre sonra bloga Külkedisi Uyurken romanının yorumunu ekliyorum umarım yardımcı olabilirim. 
Kitabın konusu kısaca yukarıda bahsedildiği gibi. Olay bir trende başlıyor. 6 yaşındaki Lilian annesiyle yolculuk ederken bir şekilde kayboluyor ve tabii ki konu polise sirayet ettikten sonra olaylar artarak devam ediyor. 
Kitabın 30-40 sayfasında açıkçası garip bulduğum kısımlar vardı. ''Okumaktan zorlanıcak mıyım?'' sorusunu sormuştum kendime çünkü dikkatimi çeken şu unsurlar vardı; Olayı araştıran 3 ana polis karakterimiz var. Kitabın ilk başlarında ( kitap tanrısal bakış açısıyla anlatılıyor ) 3 polisin iç sesi de birbirini suçluyor hatta 2 erkek polis diğer kadın karakterden nerdeyse nefret ediyordu. Bu ayrıntı bana saçma geldi çünkü kitabın asıl konusundan uzaklaşılıyordu sürekli. Acaba sonunda bir yere bağlanacak mı diye düşünsem de bir yere bağlanmadığını görünce daha fazla battı gözüme. Bir gerilim-polisiye romanında gerilimi arttırmak yerine karakterlerin özel hayatları, gereksiz sıkıntıları ve sorunları hikayeyi boğmuştu bence. Kitabın en önemli kusuru buydu bana göre. Onun dışında bir iki tane hayat akışına uymayacak hatalarda çarptı gözüme ama bunlar çok rahatsız edici değildi sadece kitabı mükemmellikten uzaklaştıyordu haliyle. 

Kitap 447 sayfa ve 3 bölümden oluşuyor. 447 sayfa boyunca 1 haftalık bir zaman dilimi anlatıldı. Bu yüzden her şey benim için çok ani gelişti. Mesela konu hakkında bilgi almak için görüştükleri herkes olaya katkıda bulundu birinde de elleri boş dönmediler. Kurgusal olduğu bu kadar belli edilmemeliydi diye düşünüyorum.







 Bunlar bana göre kitabın eksik yanlarıydı. Şimdi biraz da beğendiğim yerleri anlatıyım :)
Öncelikle konusu çok sağlamdı. Olaylar hızla çözülse de çözülürken sorularınızın cevaplarını alabiliyordunuz. Genel olarak benim aklımda kalan bir soru olmadı finalden sonrada. 
Yazar sizi değişik teorilere sürükleyerek sonunun tahmin edilebilirliğini düşürmüştü bu da kitabın güzelliğinden biriydi; tahmin edemedim ki bana güvenin çoğu gerilim romanının sonunu bilirim ve bundan nefret ediyorum hiçbir heyecanı kalmıyor :') 
Benim genelde bu tür kitapları karşılaştırmak için skalam Wulf Dorn'un Oyunbaz kitabı. Kesinlikle onun kadar şaşırtan bir kitap değildi Külkedisi Uyurken ama yine de merak dolu geçiyorsunuz sayfaları. 
Demem o ki kitabı genel anlamda beğendim. Anlattığım hatalar kitabı okunmayacak dereceye getirmiyor. Yazarın ilk kitabı olmasını da göz önüne alırsak başarılı sayılacak bir kitap. Hatta erkek arkadaşıma kitaptan bahsederken bana ''Filmi çıkar kesin bunun, çok güzelmiş konusu'' demişti. 
Polisiye-Gerilim sevenlere beklentilerini çook yükseltmeden okumalarını tavsiye edebileceğim bir kitap oldu Külkedisi Uyurken. 
Puanım : 4/5


1 Nisan 2016 Cuma

Kitap Yorumu - Uyku / Palto


Herkese merhaba bugün karşınıza iki kitap yorumuyla geldim. Belki biliyorsunuzdur 11 gün kadar Bursa Kitap Fuarın'da çalıştım o süreç içerisinde 10 sayfa kadar kitap okumuşsam şanslıymışım gerçekten çok yoğundum ve kitap okuyabileceğim zamanlar genelde yatakta uyukluyor vaziyetteydim bu yüzden uzun süredir kitap okuyamamanın verdiği bir açlık ile hemen kitaplara sarıldım. Önce 5. dalgayı bitirdim daha sonra dün 2 ince kitap daha bitirdim. Biri Haruki Murakami'nin Uyku kitabı. 







Haruki Murakami'den tekrar tekrar okumak isteyeceğiniz, her okumada yeni keşifler vaat eden sarsıcı bir anlatı…

Uyuyamıyorum. Tam on yedi gün oldu. On yedi gündüz ve on yedi gece. Çok uzun bir zaman. Artık uykunun nasıl bir şey olduğunu bile tam olarak anımsayamıyorum…

Gözlerimi kapatmayı denedim. Sonra uyumanın nasıl bir his olduğunu hatırlamaya çalıştım. Fakat orada yalnızca uykuya yer olmayan zifiri bir karanlık vardı. Bu, zihnimde ölümü çağrıştırdı. Ölecek miyim acaba, diye geçirdim İçimden. Eğer bu şekilde ölüp gidersem, benim yaşamımın anlamı ne olacak?

Uykuları çalınmış bir kadının öyküsü… 

Haruki Murakami'den tekrar tekrar okumak isteyeceğiniz, her okumada yeni keşifler vaat eden sarsıcı bir anlatı…


Sayfa Sayısı: 90

Baskı Yılı: 2015


Dili: Türkçe
Yayınevi: Doğan Kitap






 Kitapta geçen karakterlerin adlarını öğrenemiyoruz hiç bir sayfada benim ilk dikkatimi çeken bu oldu. Kitap aslında biraz fantastik tarafada kayıyor çünkü 17 gündür uyuyamayan bir insan var karşımızda ve bu insan uyuyamadıkça güçsüz düşmüyor adeta bir süper kahraman gibi yenileniyor, kendini keşfediyor ve zihni açılıyor. Altında yatan mesajı kitabı bitirdiğinizde de anlayamıyorsunuz, daha çok ''Bitti mi?'' diyerek şaşırıyorsunuz. Hatta ben sayfanın başka taraflarına baktım devamı var mı acaba diye(gülücük emoji) Hala verilen mesajı yüzde yüz algıladım diyemiycem fakat zihnimde beliren sonuçlar elbette oldu. Keyif alarak okudum. Kitap sanırım yazarın başka öykülerini topladığı bir kitaptan alınan tek bir öykünün kitaplaştırılmış haliymiş. İçindeki çizimler inanılmazdı. Kitabın en sevdiğim kısmı buydu. Okumanızı tavsiye ederim herkesin kütüphanesinde bulunması gereken ve yıllar geçtikçe arada çıkarıp okuması gereken bir kitap bence. 









Gelelim ikinci kitaba 
Nikolay Gogol - Palto 




"Önüne ne pahasına olursa olsun ulaşacağı bir hedef koyan insanlar gibi kendini şimdiden daha hayat dolu hissediyor, karakteri güçleniyordu. Yürüyüşünde ve hareketlerinde kararsız ve ikircikli ne varsa gitmiş, gözlerinde yeni bir ateş parlamaya başlamıştı. Hatta en cüretkar hayallerinde bazen paltosuna sansar kürkü bir yaka diktirmeyi bile kurar olmuştu."

"Küçük adam"ın çektiği sıkıntılar, maruz kaldığı eşitsizlik ve acılar bu uzun öykünün başkahramanı Akakiy Akakiyeviç'in hayatı üzerinden yalın bir gerçekçilikle anlatılıyor. Böylesi bir anlatım, her ne kadar dönemin Çarlık Rusya'sında büyük tepki alsa ve Gogol, Rus insanını aşağılamakla suçlansa da, Rus edebiyatında büyük bir çığır açıyor.

"Hepimiz Gogol'un Palto'sundan çıktık."
-Fyodor Dostoyevski-

Sayfa Sayısı: 61

Baskı Yılı: 2016


Dili: Türkçe
Yayınevi: Kolektif Kitap

Sanırım ben kitabı Dostoyevski'nin  kitap hakkında kurduğu cümleyi okuduktan sonra aldım.
''Hepimiz Gogol'un Palto'sundan çıktık.''
Palto, Uyku'ya nazaran beni daha çok kendine çekti. Daha anlaşılır mesajlar vardı ve daha anlamlıydı. Daha doğrusu ikisi de anlamlıydı fakat Palto'daki mesaj benim için alınması daha kolaydı. 60 sayfacık bir kitapta dev bir hikaye dev bir hayat kesiti aktarılıyor. Eski paltosunu onarmak isteyen bir Rus memurun başına gelenler size derin bir soluk aldırıyor ve  ''İşte dünya böyle bir yer'' diyorsunuz. Dünya, güçsüzü yerden yere vuran güçlüye ise alt kademeleri alaşağı etsin diye o gücü ona veren bir yer. Dünya böyle. Hep böyleydi ve hep böyle kalıcak. Palto bunu size hatırlatıyor veya öğretiyor. Daha fazla olayları anlatmak istemiyorum zaten çok kısa bir öykü, lütfen alıp ve okuyun. Herkese tavsiye ederim. 
satın almak için tık

Kitapla kalın!! :) 


31 Mart 2016 Perşembe

Kitap Yorumu - 5. Dalga

Herkese merhaba ^.^

5.Dalga'yı dün bitirdim bugün aslında filmini de seyredip öyle bir yorum girmek istiyordum ama filmi internete düşmemiş daha. O yüzden sadece kitap yorumuyla karşınızdayım :)




1.Dalga Dünya Karanlığa Gömüldü
2.Dalga Sadece Şanslı Olanlar Kurtuldu
3.Dalga Sadece Şanssız Olanlar Sağ Kaldı
4.Dalga Tek Bir Kural Geçerliydi: Kimseye Güvenme
5.Dalga Artık Kimse Ne Olacağını Bilmiyor

Uğrunda yaşadığımız her şeyi yok ettiler. Şimdi de uğrunda öleceğimiz şeylerin peşindeler!




  
Sayfa Sayısı: 464
Baskı Yılı: 2014


Dili: Türkçe
Yayınevi: Pegasus


Kitap fantastik-bilim kurgu tarzında ve bir uzaylı istilasını anlatıyor. Açıkça söylemek gerekirse ''uzaylı'' temasını ne filmde ne kitapta hiç sevmem bir türlü ısınamadım ''uzaylı'' konularına bu yüzden kitaba başlarken biraz ön yargılıydım açıkçası fakat önyargımın yanında büyük bir beklentim de vardı çünkü hem filme uyarlanan bir kitap hem de olumsuz yorum okumamıştım hakkında. Sanırım beklentim yüksek başladım her şeye rağmen bu yüzden biraz hayal kırıklığına uğradım. Kitapta bence bir çok teknik sorun vardı. Bunlardan sırayla bahsedeceğim biraz: 

1* Marslı'yı okudunuz mu bilmiyorum ama okuyanlar bilir 5. Dalga'nın çoğu yerinde Mark Watney ağzı kullanılıyordu. Bu ne demek mi? Yani karakterlerin başı dertteyken hepsi adeta bir Cem Yılmaz'a dönüşüyordu (kahkaha emojisi) Marslı'nın yazarı bunu çok iyi becerebilmişti ve bu düzeyde espri yeteneği Mark'a özel bir şeydi. 5. Dalga ise 2 karakterin ağzından anlatılıyor ve kitapta geçen herkes adeta stand-up çı gibiydi. ''Bir kişi de mi farklı karakterde olmaz?'' diye sordum sürekli kendime. Evet güldüğüm yerlerde oldu ama karakterlerin bu yeteneği beni biraz gerilimden uzaklaştırdı. Belkide yazar zaten bunu amaçlıyordu bilemiyorum ama sanırım bu kısım daha yumuşak tutulabilirdi. 

2* Olayların ÇOK ani gelişmesi. Bir az önce favori karakteriniz bir anda hain çıkabiliyordu ya da hain diye düşündüğünüz bir karakter aniden kahramanınız oluyordu. Kitaplarda bu tür şaşırtmaları çok severim fakat bunun biraz yedirilerek verilmesi taraftarıyım. Yoksa çok basitleşiyor olay 5. Dalga'da olduğu gibi. ''Şaşıralım dedik tamam ama bu kadar da aniden olmaz be kardeşim!!'' dedirtti yazar bana çoğu yerde. Pekala şunu da düşünmek lazım tabii; yazarın yazım şekli. Her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır belkide Rick Yancey'in de yoğurt yiyişi bu şeklildedir. 

3*  Aksiyon sahnelerinin betimlemesinin ve anlatılışının kesinlikle zayıf olduğunu düşünüyorum. Çoğu yeri gözümde canladıramadım :( Özellikle son sayfaları. En üzüldüğüm ve sıkıldığım konu buydu. 

4* Karakterlerin birbirleriyle ilişkileri beni çıl-dırt-tı !!! Kimin ne düşündüğü neden öyle düşündüğü kimin kimi sevdiği neden sevdiği veya neden sevmediği hiç bir şey anlamadım desem yeridir. Sanki yazar biliyorda bize söylememek istememiş gibiydi. Belkide 2. kitapta her şey daha netleşir. Umuyorum!!!!

Evet kitabı yerden yere vurduğuma göre biraz da sevdiğim yerlerinden bahsetsem iyi olucak çünkü kitaba 5 üzerinden 4 verdim (lol) 

Bu kadar eksik yönü olmasına rağmen bunlar okurken çok fazla gözünüze batmıyor bitirdikten sonra biraz düşününce eksikleri görüyorsunuz. Konu bir kere çok güzeldi öyle yeşil, üçgen kafalı uzaylılar yoktu. Bir gün gerçekten bir uzaylı istilası olursa '' ahanda tamda böyle olur'' diyorsunuz. Çok gerçekçiydi ve içinde psikolojik ögeler de vardı bu benim kitabı beğenmemi çok etkiledi. Kitaptaki herkes ''Tanrım deliriyor muyum??????'' modundaydı. En sevdiğim mod (göz kırpma emojisi) Psikolojik tahliller, gerilim, stand-up, fantastik ögeler ve azıcık aşk vardı daha ne olsun be! Dediğim hatalar da (bana göre hata) olmasaydı çok daha fazla sevebilirdim ama şuan bile 4 puan verdim. Çünkü sürükleyiciydi ve kitabın hiç bir bölümünde sıkıldığımı hatırlamıyorum merakla sayfaları değiştirdim sürekli. En sevdiğim karakter sanırım Parish (göz süzen emoji). Anlattığım tarzda kitaplar seviyorsanız tavsiye ederim (tabii hala okumayan kaldıysa benim gibi)


Filmini de izledikten sonra film hakkında yorumumu sanırım instagrama eklerim ama ÇOK büyük ihtimalle beğenmiycem. Fragman bile hayal kırıklığıydı ama bakalım. 

Okuduğunuz için çok teşekkür ederim siz de 5. Dalga hakkında fikirlerinizi benimle paylaşırsanız çok sevinirim. Acaba siz de benim rahatsız olduğum şeylerden rahatsız oldunuz mu? Ya da benim sevdiğim yerleri sevdiniz mi? Yorum bırakmayı unutmayın.

Kitapla kalın!



Dip not : 5. Dalga ve Sonsuz Deniz'i kutulu olarak satın almak için buraya tık